DOLAR 32,4504 -0.15%
EURO 34,8290 -0.66%
ALTIN 2.441,260,23
BITCOIN 2050849-2,12%
Şanlıurfa
25°

PARÇALI BULUTLU

13:07

ÖĞLE'YE KALAN SÜRE

Özgür Özel’e başarılar ve sorular…

Özgür Özel’e başarılar ve sorular…
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Ana muhalefet partisinde “değişim” adı altında gidilen kurultay aslında lider değişiminin yanı sıra, 2024 yerel seçimlerinin de amansız mücadelesiydi…

Çünkü 2024 seçimlerine 5 aydan az süre kalmışken yapılan bir kurultay, 2019 seçimleri gibi bir zafer bekleyenlerce büyük bir mücadeleye dönüştürülürken, partinin “13 yıl boyuncaki iktidar yoksunluğu giderilecek mi” sorusu da öne çıktı…

İYİ Parti’nin aday çıkaracağı açıklanırken ve 2024’teki yerel seçimlerin CHP’ye tek başına yeni bir zafer getirip getirmeyeceği kamuoyunda tartışılırken, sadece partiyi yönetenler değil, CHP’ye iktidar umuduyla 40 yıldır destek verenler de aynı soruları soruyorlar;

“CHP’deki lider değişimi neyi getirecek, Özgür Özel partiyi nereye taşıyacak, iktidar yolu açılacak mı?..”

“Bahar” sloganıyla girilen ancak parti yönetiminde, Meclis grubunda ve il örgütlerinde hayal kırıklığı yaratan 2023 genel ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ardından yapılan CHP kurultayının gerçek bir değişimi tetikleyip tetiklemeyeceği konusu yerel seçimlerde çok net biçimde deşifre olacak…

İşte bu deşifrenin yönünü, arkasına belediye başkanlarını ve Kılıçdaroğlu’nun 13 yıllık kurmaylarını da alarak seçilen Özgür Özel’in siyasi duruşu, stratejisi ve örgütlenme biçimi de belirleyecek…

 

CHP tabanında beklentiler…

 

Özgür Özel ve Parti Meclisi’ne aldıkları, hatta İmamoğlu gibi kendisine destek verenler de farkında ki; CHP’nin ideolojik açıdan yıprandığı, bırakın Atatürk ve İnönü dönemini, Baykal dönemindeki duruşun bile zedelendiği konusunda endişeler var…

Kılıçdaroğlu döneminde cumhuriyetle çatışanların, Öcalan’a övgüler dizenlerin ve Dersim üzerinden Atatürk’e saldıran zavallıların eylemleri CHP’in 14 Mayıs seçiminde aldığı yenilginin önemli sebepleriyken, bu erozyonun nasıl giderileceği de merak konusu…

Asıl konu ise siyaset ve “hançer” tartışmasının bir kez daha dışa vurduğu son kurultay, CHP’nin özüne dönüşü ve beslendiği asıl köklere nasıl sarılacağı biçimindeki beklentileri de öne çıkartıyor…

Daha önce de vurguladığımız gibi, Özgür Özel’in de, onun Parti Meclisi’ne getirdiklerinin de yerel seçimler öncesi toplumda ve parti tabanındaki kaygıları acilen gidermesi gerekiyor…

Çünkü daha düne kadar CHP’nin kadrolarında ne Büyük Önder’in mirasını iktidara getirebilecek bir söylem birliği vardı, ne bir çaba, ne de bir ideolojik inanç…

İşte tüm bu olumsuz tablo nedeniyle, Kılıçdaroğlu’nun koltuğuna en yakındaki kurmaylarından birinin oturması ile ortaya çıkan “değişim” döneminin hayal kırıklığı yaratmaması gerekiyor…

O halde değişim iddiasındaki Özgür Özel, milyonlarca insanın kafasında dolaşan aşağıdaki sorulara yanıt verebilecek mi acaba?..

 

Köklerine sarılacak mı CHP?..

 

Ne yapacak acaba Özgür Özel, 8 yıllık grup başkan vekilliği nedeniyle de yanından ayrılmadığı Kılıçdaroğlu’nun, “laiklik tehlikededir diyemem” şeklindeki o gaflet yaklaşımını, gerici bölücü çevrelere taviz verilen yıpratıcı dönemi depoya kaldıracak mı?..

Özgür Özel, tarikat ve cemaatler devletin kritik yerlerinde cirit atarken, özellikle Millî Eğitim alanındaki karanlıkla mücadele edecek mi?..

Kılıçdaroğlu’nun eylemlerine susulan dönemdeki gibi, cumhuriyet karşıtlarından ve tarikatlardan da helallik istenmesinin CHP’ye hiçbir yarar sağlamadığını anladı mı Özgür Özel?..

“CHP Atatürk’ün partisidir, Altıok bizim rotamızdır, CHP tüzüğü cumhuriyetin, laikliğin, Aydınlanma Devrimi’nin korunması konusunda kararlılıkla mücadele edecek” diyecek mi Özgür Özel?..

Yeni lider olarak nasıl bir yol izleyecek acaba Özgür Özel; Rotasından çıkarılmış bir partinin direksiyonunda, CHP’yi hem yüzde 25 şeridinden, hem de partiye zarar veren İstanbul’daki şaibeli-başarısız-yıpranmış belediye başkanlarından kurtararak, 2019’daki yerel seçim başarısını yakalayacak mı?..

Velhasıl; köklerinde olduğu gibi partiyi gerçek CHP’li kadrolarla yönetebilecek mi Özgür Özel?..

Atatürk’ün koltuğuna oturan Özgür Özel’e başarı diliyoruz…

Umarız partisinin hem kadrolar, hem de ideolojik açıdan 13 yıldır yaşadığı erozyonu giderir ve “değişim” iddiasının ne kadar zorunlu olduğunu da kanıtlamış olur…

 

………

 

NOT: Değerli okurlarım yurt dışındayım. Bir süre yazılarıma ara veriyorum. Herkese sağlık diliyorum…

Devamını Oku

“Tuz”, rüşvet, yargı!..

“Tuz”, rüşvet, yargı!..
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Çin Halk Cumhuriyeti geçen yılın ortalarında, yargıdaki büyük bir rüşvet operasyonu ile sarsılmıştı…

Rüşvetten tutuklanan eski Adalet Bakanı Fu Cınghua, Pekin Kamu Güvenliği Bakan Yardımcılığı görevini yürüttüğü dönemde,

kendisi ve akrabaları aracılığıyla 117 milyon yuan (yaklaşık 14,9 milyon dolar) rüşvet aldığı suçlamalarını kabul etmişti…

Büyük operasyonda sadece sadece Cınghua idam cezasına çarptırılmadı, farklı eyaletlerdeki üç emniyet müdürü 14 yılla ömür boyu arasında değişen hapis cezalarına çarptırılmış, bazı emniyet ve istihbarat görevlileri de farklı cezalar almıştı…

Türkiye’de ne zaman bir rüşvet operasyonu yapılsa, bu konuda ağır cezalardan kaçınmayan Çin’deki yasal uygulamalar da geliyor herkesin aklına…

Çünkü “et kokarsa tuz, ya tuz kokarsa ne” sorusu rüşvet gibi rezaletlere izin vermeyen tüm devletlerin en büyük sorunu…

Türkiye işte bu soru açısından kafaları karıştıran onlarca vakayı tartıştı uzun yıllar…

Alkollü araç kullanarak trafikte masum insanları öldürenlerin, aile içi şiddette ceza alanların ya da kamuda adı rüşvete karışan bürokratların nasıl oluyor da kısa süre hapis yattığı soruları hep tartışma yarattı…

 

Adana, Samsun, Kadıköy…

 

CHP Adana Milletvekili Orhan Sümer’in iki yıl önce gündeme getirdiği büyük bir rüşvet operasyonu da, yargıdaki çelişkili uygulamalarla ilgili soruları hep akıllarda tutuyor…

Adana Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele ekipleri, İl Milli Eğitim Müdürlüğü’nün açtığı ihalelere fesat karıştırıldığını ve devletin yaklaşık 60 milyon TL zarara uğratıldığını belirlemişti…

200’den fazla kişinin göz altına alındığı, Adana Millî Eğitim müdürü ve yardımcılarının içinde olduğu operasyonda 8 kişi tutuklanmış, 52 kişi için daha tutuklama talep edilmişti…

Buraya kadar bakıldığında, Adana’daki skandal Türkiye’de artık klasikleşen bir yolsuzluk haberi gibi görünüyordu…

Ancak asıl vahamet yargının bu olaya bakış açısındaydı!..

Orhan Sümer, çelişkileri Meclis’e verdiği yazılı soru önergesinde gündeme getirerek şöyle demişti;

“Artık tuz kokmuş… 200’den fazla kişinin gözaltına alındığı, yerde hakim, ‘örgüt yok, bireysel suç’ kararıyla tutuklamaları gerçekleştiriyor!.. Nasıl örgütlü suç olmaz?.. Soruşturmanın, bakanlıktaki önemli kişilere ulaşmasının önüne mi geçilmek isteniyor? Bu soruşturma mutlaka titizlikle ve şeffaflıkla yürütülerek sonuna kadar gidilmelidir.”

Orhan Sümer’in bu soruları yanıt bulmadı, cezaevinde de pek kimse kalmadı…

Benzer bir olay da 2020’de Samsun’da kafaları karıştırmıştı…

Samsun Büyükşehir Belediyesi’ne 22 Aralık 2020 günü düzenlenen operasyonda, bir daire başkanı, Y. T. adlı bir müteahhitten “30 bin lira rüşvet alırken suçüstü” yakalanmıştı…

Makam odasındaki gizli çelik kasasında 135 bin Euro, 36 bin TL, 5 külçe altın, 1059 çeyrek altın, 75 tam altın, 50 yarım altın, 40 gayrimenkul tapusu ve çok sayıda başka şahıslar adına banka hesap cüzdanları” da bulunan daire başkanı tutuklanmış ve 12 yıl hapis istemiyle yargılanmıştı…

Ancak nasıl oluyorsa, “rüşvet almaktan 4 yıl 2 ay hapis cezası”na çarptırılan o zat tutukluluk süresi göz önüne alınarak ikinci duruşmada tahliye edilmişti…

Peki, sürekli rüşvet-haciz haberleri ile gündeme gelen Kadıköy Belediyesi’nde 224 rüşvet şüphelisinden 32’sinin kısa süreli tutukluluğun ardından, eski AKP milletvekli Zehra Taşkesenlioğlu’nun eşi Ünsal Ban’ın ise “kara para aklama” suçundan yargılandığı davada 13 ay sonra serbest kalması ne anlama geliyor?..

 

Erdoğan, HSK, soruşturma…

 

İnternette kısa bir araştırma yapıldığında görülecek ki, “cinayet sanığına tahliye”, “onlarca vatandaşı öldüren Hizbullahçılara tahliye”, “rüşvet operasyonunda tahliye”, “Kadın cinayetinde tahliye” gibi yüzlerce haber çıkıyor karşımıza…

İşte geçen hafta bir iş adamını kaçırıp işkenceyle öldüren üç zanlının tahliye edilmesi medyada tartışma yaratmışken, dün de İstanbul Pendik’te trafikte yarışırken, seyir halindeki araca arkadan çarparak sürücünün ölümüne neden olan 20 yaşındaki iki sanığın tahliye edildiği haberi toplumun kafasını karıştırdı, vicdanları yaraladı…

Okurlar tüm bunlara neden dikkat çektiğimizin farkında olmalı…

İşte İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcısı İsmail Uçar’ın adliyedeki rüşvet çarkıyla ilgili HSK’ya dilekçe vermesinin yankıları sürüyor…

Gazeteler bu mektubu haberleştirirken, “uyuşturucu kaçakçılarının, yasadışı bahisçilerin, milyonlarca lira gasp edenlerin tahliye edildiği ve erişim engeli kararlarının para karşılığı verildiği” iddialarına da yer vermişti…

Adalet Bakanlığı bu iddialarla ilgili soruşturma başlatırken, konuyla ilgili haberlere de erişim yasağı getirilmişti…

Ve dün de medyaya yansıdı ki, Cumhurbaşkanı Erdoğan soruşturmanın derinleştirilmesi için HSK’ya talimat vermiş, bu arada rüşvet iddialarında adı geçen bir hakimin başvurusu üzerine iki savcı hakkında da soruşturma açılmış…

Tüm bu gelişmelerden sonra üç soru dikkat çekiyor;

Çin gibi ülkelerde rüşvet idamla cezalandırılırken, Türkiye’de dikkat çeken kuşkulu tahliye iddiaları neden artıyor?..

İçişleri Bakanlığı son 4 ayda da binlerce aranan şahsı, ruhsatsız silahı, uyuşturucuyu ele geçirirken ve çeteleri çökertirken yargının rüşvet iddialarıyla sarsılması çelişki değil mi?..

Ve asıl mesele, yargı ve güvenlik kurumlarında çalışanların büyük bölümü elbette işlerini namusuyla yaparken, bürokrasideki çürük elmaların üzerine yeterince gidilecek mi, adaletin uygulandığı son nokta olan yargı kurumlarının üzerine düşen gölge kaldırılacak mı?..

Adalet sadece mülkün temeli değil, toplumun güvencesiyle huzurudur ve tabii ki herkese lazımdır… İşte bu yüzden, ne olursa olsun, tuzun da kokmasına ortam hazırlanmamalı!..

Devamını Oku

Terör, savaş ve ezeli sonuç!..

Terör, savaş ve ezeli sonuç!..
0

BEĞENDİM

ABONE OL

İki taraftan en az 4000 kişinin öldüğü, 10 binden fazla kişinin de yaralandığı savaş en çok da İsrail cephesinde şaşkınlık yaşatmaya devam ediyor…

Çünkü dünyanın sayılı “süper devlet”lerinden olan koskoca Rusya’nın küçük bir devlet olarak bilinen Ukrayna’da karşılaştığı direnç uluslararası kamuoyunu nasıl şaşırttıysa, Hamas gibi bir örgütün dünyanın en etkili istihbarat duvarını aşarak İsrail’e saldırılar yapabilmesi de bir o kadar şaşırtmaya devam ediyor…

Örgütün silahlı kanadı İzzettin El Kassam Tugayları’nın çoğu milis, bir bölümü de askeri birliklerden oluşan en az 30 bin kişilik silahlı eylem gruplarının İsrail içlerine kadar girerek festival alanında 260 sivili öldürmesi, sınır hattında onlarca İsrail askeri ile farklı yerleşim birimlerinde yüzlerce İsrail vatandaşının canını alması, hatta 250 kadarını kaçırabilmesi, Mossad’ın o ürkütücü ve her yerde gözü kulağı olan direncini de şaşkınlığa uğratıyor…

İç ve dış basına yansıyana göre, hazırlığı iki yıl öncesinden başlatılan Hamas saldırılarının Mossad’ın gözünden- kulağından kaçırılması büyük kuşkular da yaratıyor!!!

Çünkü El Kaide’nin 11 Eylül 2001’de uçaklara sızdırdığı militanlarla İkiz Kuleler’le bazı askeri ve resmi binalara saldırması nasıl tüm dünyayı şok edebilmişse, Hamas’ın İsrail’deki saldırıları da bir o kadar şok yaratıyor, uzman istihbarat kurumlarını çok düşündürüyor…

Dünya kamuoyu artık El-Kaide gibi, Hamas’ın nasıl bu kadar büyüyebildiğini ve İsrail gibi her yerde “gözü- kulağı- eli” olan bir devlete meydan okuyabildiğini de sorguluyor…

Çünkü Hamas Arap coğrafyasında, “Filistin’de bir İslam devleti kurmak için” ortaya çıkan cihad grubu olarak bilinse de, dünya kamuoyunun önemli bir bölümünce “terör örgütü” olarak nitelendiriliyor…

Sadece İsrail değil, ABD, Avrupa Birliği, İngiltere, Kanada ve Avustralya gibi ülkeler de Hamas’ı terör örgütleri listesine almış… Yeni Zelanda gibi bazı ülkeler ise Hamas’ı değil, sadece silahlı kanadı İzzeddin El Kassam Tugayları’nı terör örgütü olarak görüyor…

Rusya, Çin ve Türkiye’nin de aralarında bulunduğu bazı ülkeler ise Birleşmiş Milletler’in terör örgütleri listesinde yer almayan

Hamas liderleri ile açıktan görüşüyor…

Hamas en fazla desteği ise İran ve Katar’ın da aralarında bulunduğu bazı ülkelerden alıyor…

Büyüyen güç ürkütüyor…

Dünya kamuoyu ve uluslararası terörü izleyen istihbarat birimleri, dünyanın 100’den fazla ülkesinde “terörün şemsiyesi”ni açarak eylemler yapan ve 11 Eylül 2001’de hava saldırılarıyla Amerika’ya meydan okuyarak büyük kayıp verdiren El Kaide’ye olduğu gibi, Hamas’ın da ekonomik kaynakları üzerinde raporlar hazırlıyor, tartışmalar yürütüyor…

Bitcoin benzeri dijital para kaynakları üzerinden nemalandığı, yine bunlar üzerinden büyük bağışlar topladığı tespit edilen Hamas’ın giderek büyüyen ekonomik gücü, örgütü yakından izleyen İrailli, Avrupalı ve ABD’li askeri ve güvenlik birimlerinin fazlasıyla dikkatini çekiyor…

ABD merkezli Forbes dergisi, 2014’te Hamas’ı “tahmini yıllık bir milyar dolarlık geliriyle dünyanın en zengin terör örgütleri arasında” saymıştı…

Dergiye göre, “bu gelirde vergiler, harçlar, mali yardım ve bağışların yanı sıra, yurtdışındaki Filistin diasporası ve Körfez ülkelerinden özel bağışçılar da önemli rol oynuyor.”

ABD Dışişleri Bakanlığı verilerine göre ise İran’dan “Hamas ve diğer Filistinli terör örgütlerine yılda yaklaşık 100 milyon dolar bağış yapılıyor…”

Katar ve Türkiye’nin de Hamas’a mali yardım sağladığı konusunda dış basına yansıyan iddiaların ne kadar gerçekçi olduğu saptanamıyor…

Hep Müslümanlar kaybediyor…

Evet; İsrail’e kafa tutarak, bu ülkenin içerisinde eylemler yapan, yüzlerce insanı kaçıran Hamas’ın perde gerisinde her ne kadar Filistin ve çevresindeki Arap ülkelerinde barınan cihatçı grupların etkisi olsa da, örgütün ekonomik kaynakları, vurucu gücünü giderek büyük boyutlara ulaştırmış…

İşte bu güç Amerika’dan Avrupa’ya, oradan Orta Doğu’ya kadar uluslararası boyuttaki ekonomik güç odaklarını-sermayeyi kontrol eden İsrail’i bu kadar zor durumda bırakabildiğine göre; sadece eğlence yerlerinde katliam yapmakla suçlanan El Kassam Tugayları değil, Hamas da uluslararası kamuoyunun hedefi olacak…

Çünkü Orta Doğu’da ekonomik ve politik güçleri artan örgütlerle ilgili “terörün finansmanı” konusundaki kuşkular giderek büyürken, tıpkı El Kaide gibi, Müslüman Kardeşler Örgütü’nden etkilenen Hamas da hedef noktasına getirilecek…

Peki; Hamas ve benzerlerini perde gerisinden destekleyen, ancak İsraill’e olan çatışmalarda nedense (!) sessiz kalan Orta Doğu’daki Arap ülkeleri acaba bu savaşın kime-ne kadar zarar vereceğini sorguluyorlar mı?..

Irak’ta, Libya’da ve en son Suriye’de olduğu gibi, kaoslarda ve iç savaşlarda Müslümanlar en büyük kayıpları vermişken, askeri politik ve ekonomik gücü El Kaide gibi örgütleri bile geçen Hamas, İsrail gibi bir ülkeyle onu destekleyen uluslararası ekonomik-politik güçlerle karşı nereye kadar direnebilecek?..

Hele de, İsrail’le Filistin arasında 40 yıldır süren gerginliğin kime neler kaybettirdiği ortadayken, bu savaşın sonucundan ne çıkacak?..

İsrail-Filistin savaşı; İran’ın, Lübnan Hizbullahı’nın ve benzerlerinin, ya da dolaylı olarak ABD ve Avrupa’nın müdahalesi ile büyüyecek olsa da, sonu hiç kimseye, hele de Filistin’e hiç yarar getirmeyecek…

Çünkü, dış saldırılarda da, iç savaşlarda da, kendi aralarındaki etnisite, mezhep, aşiret ve güç çatışmalarında da hep Müslümanlar kaybetmedi mi Orta Doğu’da?..

Devamını Oku

Türkiye kanlı “paravan”ı dağıtacak mı?

Türkiye kanlı “paravan”ı dağıtacak mı?
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Türkiye o derin tehdidi sonunda çok net biçimde anlamış olmalı!..

Hele de bir zamanlar “Büyük Ortadoğu Projesi’nin eş başkanı” olduğunu söyleyen AKP lideri Erdoğan’ın çok daha net biçimde zihnine kazınmış olmalı o tehdit!..

Karanlık, sinsi bir emperyal tuzak Afrika’dan Orta Doğu’ya kadar çadır devletlerinin kukla liderlerini oynatmak, bazen onlar üzerinden yeraltı kaynaklarına egemen olmak ve bazen de din, mezhep, etnik tartışmalarla karıştırılan bölgelerde jeopolitik çıkarlar için ileri karakollar kurmak için çırpınıp duruyor!..

Bu kirli tehdidin giderek şiddetini artırdığı ve bunun emarelerinin sadece Türk basınında değil, yabancı medya organlarında da çarşaf çarşaf deşifre olduğu görülüyor ki, sadece tuzağa çekilen Orta Doğu ülkeleri değil, coğrafi açıdan çok stratejik bir bölgede olan Türkiye de giderek daha fazla tepkili hâle geliyor…

Evet; nükleer silah bulunduğu gerekçesiyle Irak’ın işgali ile başlamıştı Orta Doğu’nun kuşatılması projesi…

Adına BOP denilen tezgâhın ilk kurbanı Saddam Hüseyin olmuştu…

Dönemin Irak Devlet Başkanı göstermelik bir mahkemede idama mahkûm edildikten sonra Irak’taki tezgâhta figüran olan sözde bilim insanları ya da kendilerini emperyalizme satarak Irak ordusunu çökerten askerî ve siyasi yetkililer tarafından itiraf edilmişti…

Çünkü Irak’ta nükleer silah olmadığı ortaya çıkmıştı…

Ve ne yazık ki sadece bu yalan deşifre olmamış, ortaya çıkan büyük bir tehdit Orta Doğu’nun başına büyük bir bela olmuştu…

Heyhat!.. Ne kadar sinsi bir eylem, ne kadar derin bir organizasyondu ki; adları sanları bilinmeyen, nereden beslendikleri tespit edilemeyen, ancak aynı giysiler, aynı silahlar ve son model araç gereçlerle bir anda donatılarak ortaya salınan bir örgüt vardı ki, bir yandan paralı askerleri, diğer yandan da sözde şeriat istemiyle ortaya çıkan radikal dinci Selefileri temsil ediyordu…

 

Erdoğan, BM, tuzak!..

Ne şaşırtıcıdır ki; Saddam’ın katledilmesine isyan edenlerin başında gelen Libya lideri Muammer Kaddafi’nin sonu da aynı tezgâh, aynı silahlar ve aynı militanlar tarafından belirlenecekti…

2008’deki Arap Birliği toplantısında Saddam’ın ölümüne sessiz kalınmasına tepki gösteren ve bu konuşmayı dinlerken sırıtan Arap liderlerine, “Belki yarın sıra size, ya da bana gelecek” diyen Kaddafi, ne yazık ki haklı çıktı ve Selefilik kullanılarak paralı askerlere dönüştürülen sözde El Kaide militanları tarafından Libya çöllerinde yakalanarak linç edilmekten kurtulamamıştı…

Bir taraftan Rusya’dan, bir yandan da Çin ve komşu ülkelerden birinden destek alan; Orta Doğu’nun göbeğinde hem etnik, hem mezhepsel açıdan stratejik bir konumda olan Suriye ise hedeflerden biri olarak 2011’de kuşatmaya alınmış, iç savaş kışkırtıcılığının kurbanı olmuştu…

10 yılı aşkın süren iç savaşta, dış güçlerin desteğiyle Beşar Esad’ın devrilmesi önlense de, geride sadece bombalanmış, tüketilmiş Suriye kentlerinin enkazı kalmadı…

Çünkü Irak’ta beklenenin ötesinde büyüyünce, beş bine yakın deniz piyadesini de katleden El-Kaide’yi ortadan kaldırma çabaları sırasında benzer bir güç aynı yöntemle ortaya sürülmüş, adına da IŞİD denilmişti…

İşte Suriye’de bir yandan mezhepsel bir yandan da etnik kavga çıkartılarak, yüz binlerce insanın katledilmesinde kullanılan IŞİD, sadece Beşar Esad’ı devirmek için uğraşmadı, bu sırada asıl hedef olan Türkiye’nin kuşatılması için de sınırlarımıza sürüldü…

 

ABD’ye rest ve sonrası!..

Lafı uzatmaya gerek yok… Türkiye nihayet sertleşerek uyandı dedik ya, işte 1980’lerden bu yana Bekaa Vadisi’nden başlayarak, Suriye’den Irak’a uzanan, oradan da Türkiye’yi tehdit eden, üstelik en az PKK kadar büyük bir tehlikenin hedefi oldu Türkiye…

İşte Suriye sınırındaki mayınların kaldırılmasının nedeni de çok net anlaşılmış oldu…

Çünkü Suriye’nin bölünmesi tuzağında sığınmacı adı altında Türkiye’ye sürüklenen insan göçünün tek hedefi Şam ve çevresinin boşatılması değil, aynı zamanda Türkiye’nin de kuşatılmasıydı…

2003’te, İstanbul’daki 4 hedefe bombalı kamyonlarla saldırı düzenleyerek 60’tan fazla insanı katleden El Kaide, Türkiye’nin başına yeterince bela olmuşken, benzer kılıkta Suriye’den Anadolu’ya sızan IŞİD militanlarıyla da uğraşıyor memleket…

İşte bu uğraş sırasında ne yazık ki 500’den fazla masum insan yaşamını yitirdi, onlarca güvenlik görevlisi de IŞİD saldırılarında şehit oldu…

Türkiye’de 2018’den bu yana IŞİD’e karşı operasyonlar yoğunlaştırılarak sürüyor…

Ancak Irak, Suriye, Libya ve Türkiye’de eylemleri dursa da, IŞİD Suriye’de bir başka bahanenin aracı olarak Türkiye üzerinde bir tehdit olarak dolaştırılıyor…

ABD’nin Suriye’de PKK’yı ordulaştırmaya çalışmasının en büyük gerekçesi IŞİD terörüne karşı bir kalkan oluşturmak…

Türkiye bunun bir “paravan” olduğunu son yıllarda ısrarla dile getirirken, emperyal tuzak geri çekilmiyor…

Ve IŞİD’le mücadele adı altında PKK güçlendirilirken, sınırda devletleşme çabası da giderek ivme kazanıyor…

AKP lideri Erdoğan’ın önceki gün, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’ndaki konuşmasında dikkat çektiği en önemli konu da, işte bu sinsi terörün perde gerisiydi..

Erdoğan, terörün paravan olarak kullanıldığını ilk kez bu kadar net biçimde açıklayarak şunları söyledi;

“DEAŞ (IŞİD) ile fiilen en büyük mücadeleyi vermiş, bu örgüte en büyük kayıpları yaşatmış bir ülke lideri olarak açık konuşmak istiyorum… Suriye ve Irak başta olmak üzere, Orta Doğu, Kuzey Afrika’da DEAŞ ve benzeri örnekleri paravan olarak kullananların riyakârlıklarından bıktık… Asıl tehdit, vekâlet savaşlarının aracı olarak beslenen, palazlandırılan terör örgütleridir. DEAŞ bahanesine sarılanların oyunları artık ifşa olmuştur. Bu bölgelerdeki tehdit sadece DEAŞ değildir. Sırf kendi siyasi, ekonomik çıkarları için terör örgütleriyle çalışmaya devam eden ülkelerin, terörden ve bağlantılı sorunlardan şikâyet etme hakkı yoktur.”

Evet; hiç kuşku yok ki Erdoğan, emperyal güçlerin Suriye’deki faaliyetleri üzerinden ABD’yi hedef aldı… Görelim bakalım, bu sert tepkinin yansımaları nasıl olacak?.. Yeni bir diplomatik savaş mı, yoksa yeni bir terör dalgası mı?..

Devamını Oku

Medya, mafya, kanlı manzara!!!

Medya, mafya, kanlı manzara!!!
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Dikkatli izleyiciler farkındadır; çuvalla alınan her biri 300-400 bölümlük Meksika yapımı “pembe dizi”ler furyası Türkiye’deki sosyal yaşamı neredeyse kilitlemişti…

O dizilerde yansıtılan absürt yaşamlar 70’li ve 80’li yıllarda Türkiye’de milyonlarca insanın takip ettiği Dallas’taki “kim kime-dum duma” şeklindeki entrikalı hayat tarzının yarattığı erozyonu bile gölgede bırakmıştı…

Psikologlar, sosyologlar ya da aile ile ilgili kurumlar ne kadar farkındadır bilinmez ama; 90’lı yıllarda neredeyse tüm özel televizyon kanallarında her gün yayımlanan pembe dizilerin sosyal yaşamdaki dejenerasyonun yanı sıra, kadına yönelik şiddeti ve töre cinayetlerini körükleyen bir etkisi de vardı…

Avrupa, Amerika, Meksika ve çevresindeki farklı yaşamların Türk toplumu üzerindeki etkisi bir süre sonra dejenerasyona dönüşmüş, töre kurbanı kadınların çoğunun bu dizilerden etkilenerek feodal çemberin dışına çıktıkları için katledildiği de saptanmıştı…

Peki biz Joze Mariolu, Lorenzolu, Rozalindalı, Marialı, Fernandolu, Paplolu “Yalan Rüzgârı”nı; “Manuella”yı, “Köle Isaura”yı ya da “Cesur ve Güzel”i boşuna mı anımsattık?..

 

Her yer Kurtlar Vadisi!..

 

Evet; televizyon dünyası Türkiye’de, her sezonda bir başka furyaya teslim oluyor…

Yabancı pembe diziler artık geride kaldı…

İçerik açısından günümüzdekilerle yarışabilecek kadar dejenerasyona boyanmış diziler ise ortalıkta dolaşıyor;

İşte ekranlarda, ister yasak elmayı yiyin üzerine kızılcık şerbeti için, isterse de yasak aşk yaşarken yalılarda çapkınlık yapın!!!

Son on yıldaki dizi furyası ise derin devlet, yeraltı örgütlenmeleri, mafyalaşma, çeteleşme ve istihbarat savaşları üzerine yoğunlaşmış…

Bir yelekle-bir tokatla Vezneciler’le, yargı-medya- mafya üçgenine ayar çeken “Karadayı” Kurtlar Vadisi’ni çoktan unutturdu…

Eşkıya dünyaya hükümdar olmak isteyenler ise ezele rahmet okuttu!..

Nasıl pembe diziler üzerinden, televizyon-sosyal yaşam ikilemi arasındaki etkileşimin nelere yol açtığına vurgu yaptıysak; yeraltı dünyasında geçen vurdulu kırdılı, bombalı infazlı dizi sahnelerinin yarattığı algı da mafyalaşmayı özendirirken, racon kesme konusunda ürkütücü dersler verdi…

Beş sezon boyunca yüzlerce kişinin öldüğü kurtlar vadisinden, savcının, devletin, polisin ortada olmadığı eşkıyalı dünyalara kadar televizyon ekranına yansıtılanlar Türkiye’de çeteleşme ve mafyalaşmanın hızla yayılmasına acaba ne kadar katkı sundu?..

Bu konuya nereden geldiğimiz bellidir aslında…

Türkiye’de artık Gürcüsü, Yunanı, Bulgarı sadece sokak aralarında, kumarhanelerde ve restoranlardaki mafya çatışmalarında kurban gitmiyor…

Bir ucu siyasete, bir yüzü devletin içerisindeki uzantılara ulaşan çeteleşme ve mafyalaşma

ne kadar uluslararası hale gelmiş ki, infazlar artık başka ülkelerde de yapılıyor…

İşte son örnek; Türkiye’de aranan Barış Boyun adlı suç örgütü liderinin 6 adamı Yunanistan’da infaz edilmiş…

Bu arada Ankara’da Ayhan Bora Kaplan adlı mafya lideri ve çevresindeki örgütlenmenin siyasete ve bürokrasiye uzanması tartışılırken, İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya hem Yunanistan’daki infaz, hem de Ankara’daki operasyondan yola çıkarak “nefeslerini keseceğiz, haklarından geleceğiz” demiş…

Devamını Oku